Doğuya bakan bir çocuk bulmuşlar
Bir dut ağacının gölgesinde
Merakla sormuşlar
Ne bekliyorsun burada?
Çocuk doğuyu gösteren minik parmaklarıyla
Annemi götürdüler bu tarafa
Döner belki beni de alır yanına
Küçük yaşta vermişler kocaya
O doğuya koşarmış
Gördüğü kâbuslar sonrasında
Ah anne
Milyon soru var aklımda
Kiminle oynadın, kim ördü saçlarını
Bayramlığın oldu mu hiç?
Yoksa seni annesiz bırakan elleri mi öptün
Bayram sabahlarında
Sana ses verdiklerinde
Kaç masum gülücük gömdün ışıldayan gözlerinde
Kaç gül kokusu öpücük koydun
Suya salıverirken sepetine Musa’nın
Kaç yudum gözyaşını çekti karıncalar
Ateşlerine İbrahim’in
Ah anne isterse Rabbim
Kız çocukları da çıkar sağ salim
Firavun bahçelerinde
Yanmaz İbrahimler üşür Nemrut’un ateşlerinde
İnat edip gitme güneye
Ne olur kal benimle kuzeyde
Adını gururla taşıyor
Yüzleri doğuya döndürülmemiş çocuklar
Elleri babalarının omzunda
Bayramlıkları yattıkları yerin başucunda
Kalmak istemesen kuzeyde
Kalkar gideriz batıya
Bağışla! Benim her şeye bir geç kalmışlığım var
Boşa çıkarttım bütün umutları
Hangi toprağa elimi attıysam
Oradan kopardım baharı
Ah anne yanlış kuzulara çaldın kınaları
Suya gönderdin kuruttum çayları
Köprünün ortasına bıraktın bulamadım altınları
Şaşırtıp bıraktım devletin Mahmutlarını
Anne!
Az bir pahaya satıldı köle pazarlarında
Bütün umutlarını yükleyip kuyuya attığın sabrın
Bulaşmış ellerine kir ne mir olmuş ne de pir
Bekledim gelmedi Hüthütler
Kondular pencereme dilinden anlamadığım kuşlar
Atılmadı ortaya ifritler
Dut yemiş bülbüldü sanki bilginler
Vazgeçmedi taptıkları putlarından
Âşık olduğum Belkıslar
Ey kadın
Yüreğin gül yaprağı kadar sert
İsmail’i bıçak altına alacak kadar mert
Kula minnetsizliğe ettiğin hicret
Günahlarına olsun kefaret
Allah’ım sen anneme merhamet et
Onun payına da düşsün cennet
Kelimeler boğuluyor boğazımda
Mavi boncuklu beyaz yazmalı kadınlar
İçime oturmuş bağlamış karalar
Ah anne damağım Kerbela’da susamış çocuklar
Ancak bu kadar oluyor helalin azığı
İstemez miydim sana getireyim tahtı tacı
Öğrettiğin gibi ayırdım
Helal ile haramı
Sessizliğim mahcubiyetimdendir
Giydiremedim sana ihramı
Üşüyorum anne
Ayakların buz gibi
Kanayan yarama bir şeyler basmalı tuz gibi
Gidiyorsun hayatımızdan iz gibi
Kardeşler sensiz olur mu biz gibi
Ah anne balığın karnından çıkmış canın tiz gibi
Sevdiğin bir şeyleri sana almalarını istediğinde
Yok muydu elinde kız çocukları
Kutsal mabede bırakacak
Coştukça coştu sular
Onlar binmezler gemiye
Tutma ellerinden bırak
Elbet cehennem var olacak
Zulmü zalime kâr mı kalacak?
Ah anne
Beyaz incili siyah parmaklı çocuklar
Kapatmış kapıları aklımdan çıkmıyorlar
Okunuyor başucunda hikmetli sözler Ya-Sin
Alışmamışız bu hallerine senin
Perdeleri açmanı bekliyor
Gözlerinde olmak için yıldızlar
Birazcık da olsa yok mu mecalin
Doğuya götürürlerken anneni
Yok muydu avuçlarına Sımsıkı tutunmuş taşların
O Calut’un ordusuna atacak
Dökülmüş leblebi şekerleri bir cam kâsenin içinden
İniltileri yayılıyor gecenin karanlığına boğazlanan develerin
Ah bu odanın sessizliği bastırıyor sesini bir testerenin
Bir ayrılsa birbirinden dudakların
Hurma kütüklerini devirecek
Bir kavanozun dibinden
Bir ayrılsa birbirinden dudakların
Onlara sadece bir ses yetecek
Belki mabede bırakılmış çocuklara kalkan bir Zekeriya olacak
Tutulan oruçlar zahitlerin nişanesi olacak
Bu dünya deccallara mı kalacak?
Elbet mehdiler doğacak Mesihlerde ol’acak
Dinmiş yutkunmayı unuttuğun günden beri yağan yağmurlar
Mevsimlerden sonbahar
Mezarlık etrafı biraz çamur
Parmak araların hala hamur, yüzün vakur
Mezar dediğin her şeyi gömdüğümüz bir çukur
Şu Yecüc Mecüc ordusu
Setlerini yıkmış çıkmış gibiler
Gözyaşlarını içmiş kurutmuş gibiler
Saçlarına tel atmış örmüş gibiler
Ah anne kahrediyor beni ayakların
Damarlarını çekmiş gibiler
Dinmiş yutkunmayı unuttuğun günden beri yağan yağmurlar
Mevsimlerden sonbahar
Dağlara hüzün çökmüş başımıza sis
Ey cenneti mekân tutmuş İdris
Ölüm dediğin ne garip bir his
Ah anne sessizliğime aldanma
Yüreğimin kenarına çarpıyor kanatları
Renkli gözlü mavi kelebeklerin
Telaşsız telaşsız topluca uçuyorlar
Bir ara dalmışım
Solunda bir gül sağında bir karanfil
Uzaklaşıyordunuz gözlerimin menzilinden
Hayra yordum biri İlyas biri Zülkifil
O gelenleri karşılayanlar
O karşılayanlara gidenler
Yok muydu aralarında bilgin bir kul
Annesizliğin ne olduğunu anlatacak
O gelenler o karşılayanlar
Şimdi neredeler seni annesiz bırakan o eller
Sen gitmek için hazırlıklarını yaparken babamızın ülkesine
Onlar bir ihtimal bedir kuyusunun dibindeler
Dinmiş yutkunmayı unuttuğun günden beri yağan yağmurlar
Mevsimlerden veda mevsimi sonbahar
Süpürüyor yaprakları
Yüzümüzü yalayan hafiften bir rüzgâr
Üşüyorum anne
Soğukluğu ensemizde ayaklarının
Şiir Fahrettin Şahin /2018/Adıyaman
fahrettinsahin022@gmail.com