Kahtalı Mıçe Hayat Hikayesini Adıyaman’da Haber’e Anlattı

“Kahtalı Mıçe” olarak bilinen ve Türkiye’nin sanat dünyasında bu isimle ün salmış sanatçımız Mustafa Kahtalı, Adıyaman’da Haber Gazetemize konuştu.

KÜLTÜR - SANAT - 04-12-2021 23:41 1807 kez okundu.

Kahtalı Mıçe Hayat Hikayesini Adıyaman’da Haber’e Anlattı

 

50 yılı aşkın bir süredir hayatını sanata adayan ve bu uğurda maddi/manevi büyük bedeller ödeyen sanatçımız Kahtalı Mıçe’ye belki de bugüne kadar hiç konuşulmayan konuları Adıyaman’da Haber Gazetesi olarak biz sorduk, kendisi de tüm içtenliği ve samimiyetiyle cevapladı.

Kahtalı Mıçe Adıyaman’ın Kahta ilçesinde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kahtalı Mıçe’ye, ailesi “Mustafa” adını verdi. Kahta’da Mustafa Kahtalı’ya herkes adını kısaltarak “Mıçe” diye seslenmeye başladı. Çocukluğunda pamuk tarlasında çalışmaya gitti. Bu sebeple ilkokulu 9 senede bitirebildi. Ortaokul diplomasını ise daha sonra dışardan imtihanlara girerek aldı. 17 yaşından itibaren Kahta’da yerel türkücülük yaptı. Düğün ve konserlerde türküler söyledi. Okulunu bitirdikten sonra Beden Terbiyesi İl Müdürlüğünde işe başladı.

Ama bir yandan da bir arkadaşının stüdyosunda amatör olarak kayıtlar yapmaya, sahneye çıkmaya devam etti. 79 yılında bir düğünde söylediği Kürtçe şarkı nedeniyle Beden Terbiyesi İl Müdürlüğündeki işinden oldu. Ardından tutuklanarak bir süre cezaevinde kaldı. 1980 döneminde tekrar tutuklandı. Adıyaman’da evinin yanmasından sonra aldığı ani bir kararla Gaziantep’e taşındı. O yıllarda birçok yerde sahne aldı. Kahtalı Mıçe’nin Adıyaman’da yaptığı kasetleri İstanbul Unkapanı Plakçılar Çarşı’nda yapımcılara dinleten bir arkadaşından nihayet beklediği haber geldi. Adana, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa bölgesinde en ünlü türkücüsü için artık İstanbul yolu açıldı. Yeniden yola düşen Kahtalı Mıçe, İstanbul’da 1986’da “Gurbet Kuşu” adlı ilk albümünü yaptı. İstanbul’daki ilk albümünün 1.5 milyon satmasına rağmen hiçbir zaman bu rekor satıştan kazanması gereken paraları kazanamadı. Kahtalı Mıçe, yıllar sonra bir dönem hayranı olduğu Nuri Sesigüzel, Sami Kasap, Cahit Seyhanlı, Ahmet Sezgin, Muzaffer Akgün, Şükran Ay gibi ünlüler kervanına katıldı.

Kahtalı Mıçe sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’daki gurbetçilerin de kendisini artık tanıdığını belirtirken, gelen film ve dizi tekliflerini de geri çevirmedi. Yunus Bülbül’le Almanya’da iki film yaptı, Dilberay’la birlikte komedi türü bir filmde rol aldı, farlı dizilerde oynadı. Ancak Sırrı Süreyya Önder’in 2006 yapımı “Beynelminel” filmindeki bir sahnesi zihinlere kazındı. O sahnede, “rol icabı” Özgü Namal’ın ağlaması gerekirken bir anda gülmeye başladığını ve buna da müzisyenlerin tepki vermesi gerektiğini anlatan Kahtalı Mıçe, doğaçlama olarak “Tam makam canım” dediğini söyledi. Doğaçlamanın Yönetmen Önder’in de çok hoşuna gittiğini söyleyen Mıçe, öylelikle o sözün filmde kaldığını belirtti.

Ve işte röportaj yaptığımız Kahtalı Mıçe ile merak ettiğiniz konunlar sanatçımız tarafından cevaplandı.

Kahtalı Mıçe kimdir?

Mustafa Aslan (Kahtalı) benim resmi ismimdir. 1953 Kahta doğumluyum. Orijinal Kahtalıyım, çakma değil. Ben fakir bir ailenin çocuğuydum. Babam çiftçilik yapardı. Babamın çiftçilik yaptığı araziler başka insanlarındı. Babam sadece ekip, biçiyordu. Biz 4 kardeşiz. Kardeş olarak ta 3 erkek 1 kız kardeşiz. Kardeşlerim Kahta’dalar.

Okul hayatınız nasıl geçti? Mezuniyetiniz nedir?

Babam o günün şartlarında bizleri okutmak istedi. Okumak isteyen kardeşlerim okullarını okudular. Okumak istemeyenler de okumadılar. Babamın mesleği çiftçilikti. Adıyaman ağızıyla babam rençberlik ederdi. Ben ilkokulu 9 yılda bitirdim. Şaka yapmıyorum ben. Hayatımız tarlalarda geçtiği için okuyamadık. O zamanlarda devamsızlıktan sınıfta kalma vardı. Şartlarımız çok ağır olduğu için okuyamadık. Hayat şartları şimdiki gibi değil. Ağabeyim ortaokul mezunudur. Kendisi devlet memurluğu yaptıktan sonra emekli oldu. Benim küçüğüm olan kardeşimde lise mezunudur. Oda devlet memurluğu görevinden sonra emekli oldu. Bende Adıyaman’da 10 yıl Beden Terbiyesi İl Müdürlüğünde çalıştım. Daha sonra bu görevimden ayrıldım. Hayatım öyle devam ediyor. 35 yıldır olmuş ki, Adıyaman’dan ayrılmışım. Yani evimi Adıyaman’dan götüreli 35 yıl oldu.

İlk defa mikrofonla tanışmanız nasıl oldu? Sahneye nerede ve ne zaman çıktınız?

Adıyaman’da 1975 yılının başıydı. Abdurrahman Erdem vardı. Kısmet Plak Adıyaman’daydı. Abdurrahman Erdem’in işyerinde plak yaptık. O tarihte ilkel şartlarda plak yapmıştık. O yıllarda makaralı büyük teypler vardı. Sonra rahmetlik Hasan Duymaz ve Abdurrahman Erdem’le çalıştık. Allah her ikisine de rahmet etsin. Hasan Duymaz’la birlikte askerdik. Askerden geldikten sonra Hasan Duymaz Adıyaman’da kartpostal ve kaset satışı yapmak için bir dükkan açtı. Dedeoğlu Pasajı vardı. Eskiden Meram sinemasının yanındaydı. Memur olduğum için arkadaşım Hasan Duymaz’ın yanında kaset çıkardık. Nede olsa biz memuruz babo. O şekilde yolumuza devam ettik.

Kaset çalışmalarınız sonrasında düğünlere giderek şarkı ve Türkü söylüyor muydunuz?

O zamanlarda Adıyaman’da pek fazla düğün olmazdı. Çok nadir düğünler olurdu. Halk Eğitim Müdürlüğündeki salonda düğün olursa bizleri özel olarak çağırmazlardı. Bizler bir düğün olduğunda başka bir yerde düğün olmadığı için oraya gidip düğünü seyreder, gerekirse sahneye çıkar, şarkı veya Türkü söylerdik. İlk okuduğum eseri hatırlamam çok zor. O tarihler çok eski olduğu için hatırlayamıyorum.

Beynelmilel filminde oyuncu yer aldınız? Bu filmin hayatınızdaki yeri nedir?

Beynelmilel filminde çok az bir bölümde varım. Benim için az ama öz, fakat hiç unutulmayan anıdır. Bu filmi Sırrı Önder kardeşim çekti. Sırrı Önder’i çok severim. İyi bir Adıyamanlıdır, hemşerimizdir. Babası rahmetlik Ziya amcayı çok iyi bilirim. Ailece tanırım. Ben sadece filmde stüdyo kısmında varım. O dönemde Adıyaman’da ben bandoda çalışmadım. Bando belediyeye ve sıkı yönetime bağlıydı. 1978 yılında Kürtçe bir Türkü okumuştum. 1980 yılının Mart ve Nisan aylarında Sivas iline sıkı yönetim tarafından sürgüne gönderildim. 2 ay gelmedim. 6. Kol Ordu’ya girmedim. 3 veya 5 ay sonra memlekete geldikten sonra 12 Eylül oldu. 12 Eylül’de de bizleri içeri aldılar. Bir buçuk ay gözetim altına aldılar. Sonra dışarı çıktık. Velhasıl 1 yıl 6 ay ceza yedik. Cezaevinde yatmamın sebebi Kürtçe Türkü okumamdı.

1988 yılında Adıyaman’da eviniz yandı. O yangın nasıl oldu?

1988 yılında evim yandı. O zamanlarda Eskisaray’da oturuyordum. Ben evde yokken televizyon patlamış. Bu olay gündüz vaktinde olmuş. Gece olmuş olsaydı çocuklarla evde olmuş olacaktık.

1980 yılındaki 12 Eylül darbesi sizlere neleri hatırlatıyor?

1980 yılı dönem olarak kötü bir dönemdi. Türkiye genelinde bu darbe bazılarının işine gelmiş olabilir. Ancak bana göre bu darbe her konuda ülkemizi geriye götürmüştür. Ekonomik olarakta, insanların ezilmesi konusunda da 12 Eylül darbesi iyi bir şey değildir.

Adıyaman’dan İstanbul’a uzanan sanat hayatınız hakkında neler söylemek istersiniz?

İstanbul’a gitmeden önce Adıyaman’da çok kaset yaptık. 1985 yılında hapisten çıktıktan sonra Adıyaman’da “Karagözlüm” diye bir kaset yapmıştım. Bu kasetimi Stüdyo Ozan’da yapmıştım. Ondan sonra arkadaşlar bu kasetimi bazı yapımcılara göstermişlerdi. Gaziantep’e gittikten sonra İstanbul serüvenimiz başladı. Hasan Duymaz benim bu kasetimi Gaziantep’e götürdü. O tarihlerde çalıştığı bir firma vardı. Firma yetkilileri de kaseti dinlemişler. Sonra firmanın sahibi İstanbul’da olduğu için benim kaseti orada kendilsine dinletmişler. Sonra firma sahibi kaseti dinletene, “O arkadaşı hemen al, gel” demiş. Bizde bu haberi duyunca sevindik ve İstanbul’a gittik. Herhalde 1985 yılının Kasım ayında İstanbul’a gittik. Sesimi dinlediler ve o günden bu yana kasetlerimi İstanbul’da yaparım.

Ulusal anlamda Adıyaman’ı en çok tanıtan sanatçılardan birisiniz. 90’lı yıllarda TV kanallarının sizi tercih etmesinin nedeni neydi?

Millet bizi seviyordu. Millet bizi sevince de bütün TV kanalları beni çağırmak için sıraya girmişti. Benim katıldığım programlar reyting rekorları kırıyordu. O dönemde TV yöneticileri benimle çok yakından ilgilendiler. Gazeteler ve TV kanalları olsun bana çok yer verirlerdi. Benim hayatım Adıyaman’da geçti. 20 yıldan fazla bir süre Adıyaman’da ikamet ettim. Adıyaman’ı çok seven bir insanım. Kahta’yı da çok severim. Benim doğma ve büyüme yerim Kahta’dır. Ama Adıyaman’da uzun bir süre kaldığım için insanlarımızla çok haşır neşir oldum. İnsanlarla diyaloga, iletişime girmeyi severim. Bu sevgimin sanatçılıkla hiçbir alakası yoktur. Onun dışında da insanları çok severim. Onun için “Adıyamanlıyım” diyordum. “Neresinden” diye sorduklarında “Kahtalıyım” diyordum. Doğrusu da bu yani.

İlk kaset çıkardığınız günden bu yana bütün albümlerde aynı şiveyi kullanarak albüm yaptınız. Kimi sanatçılar gibi belirli bir süreden sonra şivesini değişti. Sizin şivenizi değiştirmemenizin sebebi nedir?

İnsanın şivesini değiştirmesi konusuna gelince o insandan değişen bir durumdur. İnsan örf ve adetini, yöresini, lehçesini değiştirmişse işte o adam kökten değişir. Ve o adamdan bir dalga olmaz. Benim adına böyle bir şey olmaz.

Okuyucularımıza unutamadığınız bir konser anınızı paylaşır mısınız?

Çok anım var. İlk dönemlerde biz konserlere çıktığımızda her zaman heyecanlı olurduk. Bir defa insanın içinde heyecan olmadığı vakit herhangi bir işte sağlıklı bir şekilde bir yere varılmaz. O dönemlerde çok heyecanlıydım. 1988 yılında Adana’da lunaparkta program yapıyoruz. Konser alanında oturulacak yer yok. Konserde Belkıs Akkale, Ceylan ve ben vardım. Konser anında sevenlerimiz bizleri yalnız bırakmadılar. Program bitiyor, ancak ben bir hafta daha konserlere devem ediyorum. Konseri düzenleyen kişi “Kahtalı ne olur gitme. Sen konserlerine devam et” dediğinde bende; “Benim 10 günüm bitti, gideceğim” demiştim. Gerçekten de o konserlerimiz çok kalabalıktı. Benim konserlerde en çok rağbet gördüğüm yıllar 1987 ila 1991 yılları arasıydı. 2000 yılına kadar albümlerime ve okuduğum eserlere yoğun ilgi vardı. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte albümlere de ilgi azaldı.

Sanat hayatınız içinde kaç albüm yaptınız? En çok ses getiren albümünüz hangisiydi? Sizin en çok sevdiğiniz albümünüz hangisidir?

Albümlerin içerisinde ayrım yapmaksızın hepsini severim. Hani derler ya “Albümler arasında bir ayrım yapmak zordur.” Türkülerin hepsi güzeldir ve bizim Türkülerimizdir. Albümlerim arasında ayrım yapmıyorum ama genelde Türk halk müziğinden eseler okurum. Arabesk türü eserlerden de bazen birer eser okumuşumdur. Albümlerinde şiirde okurum. Hatta her albümümde şiir de vardır. Adıyaman’da eskilerden kimse kalmadı. Benim dışımda Adıyaman’da gazel okuyan yok. Yıllardır da benim dışımda gazel okuyan olmadı. Ben istiyorum ki, gazel okuyanlar olsun. Ama yoktur.

Müzik dünyasındaki genç nesillere ne gibi mesajınız var?

Bir insan gerçekten müzik sektörüne meyilliyse, kendini bu işe vermiş ise, sesi de güzelse, kendine de güveni varsa bu işin peşini bırakmayacak. Birde gençlerin imkanları varsa okuyup bu işe girerlerse daha iyi olur. Konservatuvarı okuyarak bu alanda başarılı olsunlar. Bizim dönemimizde bugünkü gibi şartlar yoktu. O tarihlerde Adıyaman’da pek bir şey yoktu. Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğündeki salonda bir düğün olduğunda müzik adına bir şeyler yapılıyordu. O tarihlerde bazı etkinlikler yapılırdı. Bazı memurların tayini çıktığı gün bir etkinlik yaparlardı. O zamanlarda Adıyaman’da sevdiğimiz Harputunoğlu Yusuf Emmi vardı. Adıyaman adına güzel bir yorumu vardı. Bunun dışında şoför Mehmet abi vardı. Ona “Delikanlı” derlerdi. Çok güzel tambur çalıp, söylerdi. O dönemlerde abilerimiz vardı. Biz onları çok dinledik. Yusuf emmi bir gün bana dedi ki; “Oğlum Mıçe ben seni çok seviyorum. Terbiyeli bir adamsın. İşini bilerek yapıyorsun. Saygı da kusur etmiyorsun. Sen iyi bir yere gelirsin” Bende kendisine; “Sizleri bende çok seviyorum. Ellerinizden öperim” dedim. Hakikaten de dediği doğru çıktı. “Senden sonra kim gelebilir?” diye soranlar oluyor. “Veliaht” mı diyorlar. Bu kelimeyi de hiç sevmem. Ama benden sonra gelecek biri konusuna gelince öyle biri yok. Adıyaman’da güzel sesler çıkabilir, olabilir ama iki veya on Türkü bilen biri “tamam” diyor. Allah aşkına böyle olur mu? Her işin bir bedeli vardır. Ben bu işe yıllarımı verdim. Halen de bedelini ödüyorum. Bir noktaya gelmek öyle kolay değil ki. Bir şeyler yapın. Kimsenin ekmeğiyle oynamam. Oynamayı sevmem de. Dedikoduyu hiç sevmem. Kimilerini dinlediğim de ortada hiçbir şey yoktur. Ama şimdi kalkıp adamın gözünün içine bakarak, “Yürü oğlum. Git sen nere, sanatçılık nere” diyemem. Adamın niye kalbini kırayım ki. Onun için müzikle bir insan ilerlemek istiyorsa, az önce saydığım şartlar kendisinde mevcutsa ve eğitimini alarak bu işi yaparsa daha iyi olur. Ben bu işle uğraşan insanlardan bunu istiyorum. Saygıda kusur etmesinler. Bir adam defalarca gelip benimle sahnede fotoğraf çekmiş. Beni sevmezse benimle neden fotoğraf çeksin ki. Fotoğraf çektiği anda sahnede olduğum için okuduğum Türkü’nün sözlerini unutmuşum ama insanların kalbimi kırmamışım. Elimden geldiği kadarıyla kolay kolay kimsenin kalbini kırmam. Virüs salgını döneminde bile benimle fotoğraf çekmek isteyenlere, “Sosyal mesafeye dikkat ederek, fotoğraf çekelim” diyorum. Ben bu uyarıları hem kendi sağlığım hem de insanların sağlığı için yapıyorum.

Yıllar önce İbrahim Tatlıses’in hazırlayıp ve sunduğu İbo Show programına defalarca davet edilmiştiniz. Hatta İbrahim Tatlıses kendi programında sizinle tanışma anından bahsetmişti. Bizlerde sizden bu tanışma hikayesini dinleyebilir miyiz?

İbrahim Tatlıses benim çok eski bir arkadaşımdır. İbrahim Tatlıses’in bu bölgede en eski arkadaşı benimdir. Annesi Kahtalı olduğu için biz ailece görüşürdük. Kendisi ile akrabalığımız yoktur. Biz dayılarının kirvesiyiz. Kirvelik dışında bizim bir akrabalığımız yoktur. Şimdi kalkıp neden yalan söyleyeyim ki. 1968 ila 1969 yılları arasında İbrahim Tatlıses Kahta ilçemize gelirdi. Bizim arkadaşlığımız oradan başladı. Sonradan İbrahim Tatlıses yılmadı. Hayatına da mal olsa bile benim nazarımda İbrahim Tatlıses gibi bir sanatçı Türkiye’ye çok zor gelir. Onun gibi birinin sanatsal olarak gelmesi çok zordur. Kendisi büyük bir sestir. Doğruları söylemek gerekir. İbrahim Tatlıses’in yerini kimse dolduramaz. İlk günden bu yana ahbaplığımız öyle devam etti. İbrahim Tatlıses yılmadan Ankara’da, İstanbul’da ve birçok yerde çalıştı. Zamanım olduğum da yanına gidip uğrardım da. Dayısıgile gittiği günlerden bu yana halen görüşürüz. İbrahim Tatlıses 1952 doğumludur ama biz aynı yaştayız. Kimliğe göre ben 1953 doğumluyum ama. Ben gerçekte 1953 doğumlu değilim. Normalde ben 1950 doğumluyum. 1951 yılına birkaç ay kala doğmuşum. İki ayı saymazsanız 1951’in başı oluyor. Normalde 1950 doğumlu olduğumu söylerim. İbrahim Tatlıses ile biz yanı yaştayız. İbrahim Tatlıses’in kimliğinde 1952 yazar ama 1951 doğumludur. Bizimkiler dayıları ile kirve oldukları için o zamanlar görüşürdük. Kendisi de Kahta’ya gelirdi. O günden bu yana ahbaplığımız devam etti. Ben İbrahim Tatlıses’in yanına sık sık giden biri değildim. Allah göstermesin bir hastası, cenazesi olursa yanına giderim. İbrahim Tatlıses meşhur olmadan öncede Ankara’da devamlı görüşürdük. Adana’ya, Gaziantep’e programa gelince de görüşürdük. İbrahim Tatlıses’ten çok razıyım. Arkadaş olarak ta, sanatsal olarak ta kendisinden çok razıyım. Meşhur olduktan sonra da İstanbul’da İbo Show’a beni davet etti.

Avrupa’da düzenlediğiniz konserlerle ilgili olarak okuyucularımızla paylaşacağınız bir anınız var mı?

Zamanında Avrupa’da çok defa konserlerim oldu. Bu son kaç yıldır Avrupa’da konserlerim pek yoktur. Ben burada neysem Avrupa’ya gittiğimde değişen hiçbir şey yoktur. Ben, Yunus Bülbül, Müslüm Gürses birçok konsere beraber gitmiştik. Defalarca beraber Almanya’ya gitmiştik. Her gidişimizde de 20 gün, 1 ay kalmıştık o dönemlerde. Yani her Avrupa’ya gittiğimizde 1 aya yakın kalıyorduk. Program yapmak ayrı konservari girmek ayrıdır. O zamanlarda halk sanatçıyı görmek için sıraya giriyordu. Özel TV kanalarının açılmasıyla birlikte sanatçıların konserlerine eskisi gibi ilgi kalmadı. Şimdi Avrupa’ya gidip 20 gün konser düzenlemek mümkün değildir. 1 veya 2 günlüğüne programlar olabilir. Avrupa’da konserler genelde Türkü evlerinde, kafelerde oluyor. Ve konserler bir veya en fazla iki gündür.

Koronavirüsle mücadele konusunda devletimizin yapmış olduğu seferberlikle birlikte vatandaşlarımıza da ne gibi görevler düşüyor? Bir sanatçı olarak bu konuda vatandaşlara ne gibi bir mesaj vermek istersiniz?

Allah’ımız biran önce bu virüs illetinden inşaları kurtarsın. Virüs salgını çok tehlikeli. İnsanlarımız virüs konusunda vurdum duymazlık yapıyorlar. Bu tutum çok yanlıştır. Böyle bir şey var mı ya? Bu hastalık zengine, fakire bakmıyor. Aklıma gelmeyecek insanların virüsten dolayı vefat ettiğini duyuyorum. Maske takmak çok mu zor bir iş. Şahsen ben sadece yatma saatimde maskemi çıkarıyorum. Bir insan kendi sağlığına dikkat etmezse olur mu? Ülkemizdeki bütün insanlara sesleniyorum. Virüs tedbirlerine uysunlar ve kendilerine çekidüzen versinler. Belki de virüslü bir insan farkında olmayarak sağlıklı bir insana bu virüsü bulaştırabilir. Devlet büyüklerinin uyarılarına, tedbirlerine uyarak sağlığımızı düşünmek zorundayız. Dua edim bu virüs biran önce gitsin. Ben korkumdan hastaneye gidemiyorum. Bir tahlil yapacağım vakit sabahın erken saatlerinde hastaneye gitmeyi düşünüyorum. İnsanlar bu hastalıktan dolayı her gün ölüyorlar. Ne olur insanlarımız gerekli önlemlere uysunlar.

Küçük yaşta kendinize örnek aldığınız sanatçılar kimlerdi?

Bizim dönemimizde çocukken gazel olarak Türkiye genelinde Sami Kasap’ı çok dinlerdim. Allah rahmet eylesin Malatyalı bir sanatçıydı. Çok iyi bir gazelhandı. Adana’da Cahit Seyhanlı vardı. Onun sesini de çok severdim. Nuri Sesigüzel, Ahmet Sezgin, Muzaffer Akgün’ü çok severdim. Bizde plak yoktu. Bir yerlerde gidip dinlerdik. Sinemalarda sanatçılardan eserler çalarlardı. Sinema da bizim eve yakındı. Şükran Ay’ın sesini de çok severdim.

Şu anda nerede yaşıyorsunuz? Yıl içinde birden fazla ilde mi hayatınızı sürdürüyorsunuz?

5-6 yıldır ilkbahar ve yaz mevsimlerinde Kahta’ya geliyorum. Birkaç ay Kahta’da kaldıktan sonra tekrardan İstanbul’a gidiyorum. Antalya’da çok sevdiğim bir arkadaşım var. Bu arkadaşımın oteli var. 3-5 ayda onun yanında kalıyorum. Bu arkadaşımın yanına gitmediğim vakit üzülerek, “Abi sen neden gelmiyorsun” diyor. Onun için her yıl mutlaka bu arkadaşım oteline gidiyorum. İstanbul’da yaşayan 4 çocuğum var. Herkes kendi derdinde. Çocuklarımla telefonlaşıyorum, görüşüyorum. Diyalogum da kopmak yok. İstanbul’da bir otelci arkadaşım var, oda Kahtalı. Silivri taraflarında işletmesi var. Bu arkadaşlarımı ziyaret ediyorum. Bu yıl Mart ayında Kahta ilçemize geldim. Bu defa ülkemizde Koronavirüs olayları olunca Kahta ilçesinde kalmaya karar verdim. Bütün akrabalarım Kahta ilçesinde yaşıyor. Abim, kardeşim, bacım, yeğenlerim, teyzemgil, halamgil hepsi buradalar. Benim baba tarafım Kahta’nın yerlisidir. Buranın orijinal ismi Kolik’tir ya benim doğduğum yer “Kolik” diye geçiyor. Kahta’da bazen otele, bazen de evime giderim. Burada “Kapsadık” diye büyük bir zat var, ziyaret. Baraja inerken karşı da yerler var. Oralara giderim. Kahvehaneye gitme kültürüm yoktur.

Adıyaman’a has bir şiveniz var. Bu şivenizin doğallığı hakkında neler söylemek istersiniz?

Severek bir iş yaparsanız başarılı olursunuz. Bazen birilerini dinliyorum. Adıyaman şivesini konuşuyor, fakat dalga geçer gibi konuşuyor. Bunu şuan ki versiyona söylüyorum. “Siz Gidin Biz Gelog” diye bir eser var. Onu başka bir arkadaş amatörce okumuştu. Rahmetlik Hasan Duymaz’la birlikte bu eseri dinleyince çok beğenmiştim. Bu eseri ben okuyunca patladı. Adıyamanlı olmayan sanatçılar bu eseri okuyamazlar. Çünkü lehçe farklı. O tavrı veremezler. Farklı lehçelerde eser okumak isteyenler oldu ama başarılı olamadılar. “La Ne Hoştu Eskiden” adlı eseri Mahmut Karadağ okudu. Ve çok güzelde okuyor. Mahmut Karadağ’ı çokta severim. Bu eseri ben oyunca yine çok ilgi gördü. Bu tür eserler lehçeyle alakalıdır. Bana orijinal eser getirirler. O eser çok güzeldir, fakat ben dinliyorum, bakıyorum ki kafamız almıyor. Bana; “Abi bu eseri neden okumuyorsun?” diye sorduklarında bende; “Bu eser benim okuyuşuma gitmiyor” diyorum. Ben kendimi neden rezil edeyim ki. Ben olayım, İbrahim Tatlıses olsun, bizim bir tarımız var. Ben şahane Türk sanat müziğinden eserler de okurum. Beni bilen bilir. Her kasetimde bir Türk sanat müziğinden eserler okumuşumdur. En son 2016 yılında kaset yaptım. “Bir Beyaz Gülüm Vardı” adlı eser 1960 yıllarında ortaya çıkan bir şarkıdır. Bu eseri ben okuyunca, “Abi sen bu eseri ne kadar güzel okumuşsun” dediler. Biz o şekilde yetiştiğimiz için Türk sanat müziği, Türk halk müziği, gazel de okuruz. Bazen okuduğum Arabesk ve fantezi eserler de oluyor. Bu tarz eserler okuruz. Ama pop türü eserler okumam. Bu alan benim branşım değil.

Sanat hayatınız içesinde oynadığınız dizi ve filmler hangileridir?

1996 ila 1997 yılları arasında TGRT TV’de yayınlanan “Hüzün Çiçeği” adında bir dizi vardı. Bu dizide Erol Taş’ta vardı. Bu dizinin 10 bölümünde oynadım. Bu diziyi Amasya’da çekmişlerdi. “Dizi devam etsin” diye düşünürken İstanbul’a gelmiştik. Hastalıktan dolayı Erol Taş’ın ayağı da kesilmişti. Erol Taş ve Atilla Ergün rahmetlik oldu. Daha sonra dizinin diğer bölümlerini çekmediler. 2004-2005 yılları arasında “Analık Oğlu” diye bir diziyi Sermiyan Midyat yaptı. Bu dizi Show TV’de yayınlandı. Daha sonra bu dizi Kanal D’de yayınlandı. Bu dizi de 10 bölümdü. Bu dizilerde oynadığım karakter çok dikkat çekti. Dizi de çokta tuttu. Sonra bilmediğimiz bir nedenden dolayı o diziyi de yarım bıraktılar. Yunus Bülbül’le birlikte Almanya’da birkaç film çektik. “Önder Açıkbaş” diye bir arkadaşımız var. Ben, Dilber Ay bir filmde yer aldık. Bu filmin ismi de Mazlum Kuzey’di. Bu film sinemalarda da oynadı. ATV ve FOX TV kanalarında da bu film defalarca yayınlandı. Beynelmilel filminde de oynadım.

Kahtalı Mıçe isminin Adıyaman ve Kahta ilçesinin tanıtımına katkı sunduğunu düşünüyor musunuz?

Bu konuda bir şeyler konuşmam abes olabilir. Beni görenler “Biz sana karşı kusurluyuz. Adıyaman’ı bir tanıtan sensin, bir Nemrut Dağı, bir de tütündür” diyorlar. Ayrıca beni gören kimi vatandaşlarda, “Adıyamanlıların sana sahip çıkması lazım” dediklerinde bende, “Adıyamanlı hemşerilerim bana sahip çıkıyorlar” diyorum.

Bundan sonra yaşantınızdaki planınız nedir?

Bir sanatçıysam benim başka bir iş yapma gibi bir alternatifim yoktur. Sanatçılık dışında ayrı bir iş ortamım yok. Böyle gelmişiz, böylede gideriz. Sanat hayatıma devam edeceğim. Ben bu işi devam ettirmesem rahatsız olurum. Amatör olarak başladığım toplam sanat hayatım 50 yılı bulmuştur. 1985 yılının Kasım ayından bu yana İstanbul’dayım. Kendi isteğimle memurluğu bırakarak sanat hayatını tercih ettim. Hapisten çıktıktan sonra sürgüne Malatya’ya gittim. Bir baktım ki, evim yandı. Sonra eşime; “Evimiz yandıktan sonra buradan gitmemiz lazım” dedim. Evimizi önce Gaziantep iline taşıdık. Gaziantep ilinde 2 yıl dolmadan bayağı programlar yaptım.  Ondan sonra İstanbul’a gittim. Gidiş o gidiş. Kasım ayında yeni bir albüm yapacağım. Yine 7-8 eserin içerisinde olacağı güzel bir albümüm olacak.

Adıyaman’da Haber Gazetemize verdiğiniz özel röportajdan dolayı çok teşekkür ederiz. Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Yolunuz açık olsun. Adıyamanlı hemşerilerimiz gazetenizi alarak, haberleri yakından takip etsinler. Okuyucuların kendi illerindeki gazeteleri alarak okumaları gerekiyor. Adıyaman halkı gazetelere sahip çıksın. Sizlerin daha da başarılı olacağını düşünüyorum. Gazetenizin ismi de çok güzel.

Röportaj: Ömer Karakuş

 

Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
TGC Basın Müzesi Gazeteci Kitapları Sergisi Açtı

TGC Basın Müzesi Gazeteci Kitapları Sergisi Açtı

03-04-2024 - KÜLTÜR - SANAT

"Enkaz 04:17" Depremin Romanı Okuyucularıyla Buluştu

30-03-2024 - KÜLTÜR - SANAT