Bizleri ayakta tutan, motive eden güdülerden en önemlisi bir şeyleri başarma güdüsüdür. Hayat serüvenimizi gözlerimizi kapatıp şöyle biraz düşünürsek, doğumla birlikte başlayan ihtiyaçlar doğrultusunda hep bir şeyleri başarma, bir şeyler yapma arzusunu göreceğimiz gibi bizim hayata sarılmamızı sağlayan, düştüğümüzde tekrar ayaklarımızın üzerinde durmamıza yardımcı olan yegâne güdünün başarı güdüsü olduğunu fark ederiz. Bu süreçte başarıyı yakalayan kişi hem kendisine hem de çevresine faydalı olacaktır.
Hayat serüvenimizi incelediğimizde bir şeyler elde etmek için çoğu zaman bedel ödememiz gerekir. Başarı öyle bir şeydir ki bedelini ödemeden elde edilmez. Bedeli ödenmeden elde edilen tek tük başarılarda, başarıyı yakalayan kişinin tatminsizlik içerisinde sağa sola saldırdığını,
Okula başlayan bir çocuğun sabahları mışıl mışıl uyuması gerekirken ağır çantasını omzuna atıp okul yoluna düşmesi, bazen geç kalktığı için kahvaltısını yapmadan aç aç okula gitmesi, okul bahçesinde oyun oynaması gerekirken oturup ders dinlemesi, eve gittiğinde televizyon izlemesi gerekirken oturup ders çalışması, rahatlığından, konforundan ödün vermesi başarıyı yakalamak isteyen çocuğu hedefine bir adım daha yakınlaştırır. Çünkü rüzgârın esmediği yerde yaprak kıpırdamaz, buharlaşmanın olmadığı yerde yağmurun yağmasını beklemek beyhude davranıştan öteye geçmeyecektir.
Buğday tohumunu yere serpmeden buğday biçmeyi düşünmek ne kadar akıllıca bir düşünce olur? Bu düşünceyle hareket eden birinin mantığını size
Akşam geç saatlerde eve geldiğim için kızımı yatmış olarak bulurdum. Böylece senelerce kızımı yatağının baş ucunda sevdim.” Ailesiyle keyifli vakit geçirmesi gerekirken işte vakit geçiren bu başarılı kişi bu fedakârlığına karşı iş dünyasının gözdesi haline gelmiştir. Günlük konuşmaların arasına serpiştirilen bazı konuşmalara şahit oluruz. Bazen, bedel ödemediği halde çok güzel mevkilere gelen kişiler olduğunu söyleyen ve iş dünyasında babadan, dededen kalma mirasla büyük şirketlerin başına geçen kişilerin sadece günümüz toplumunda değil, geçmiş zamanlarda da olduğunu fark ederiz.
Bu konuşmaları yapanlara ilk başta belki hak verebiliriz; fakat tarihe dönüp baktığımızda ve günümüzü şöyle bir incelediğimizde, bir makamı çalışmaları sonucu hak etmeyen, liyakat göz ardı edilerek bir noktaya getirilenler, bulundukları makamın kendilerinin sırtına yükledikleri sorumluluk karşısında omuzları çökük bir vaziyette vakitlerini beyhude geçirirler. Bu durumda o kişiler mutlu olamadıkları için mutluluğu Kaf Dağı’nın arkasında zannederler.
Çoğumuzun bildiği şu hikâye bizim duygularımıza tercüman olmaktadır. Babasından her gün harçlık alan çocuk, babasının verdiği harçlıkları hiç düşünmeden harcamaktadır. Akşamüstü olduğunda cebinde kalan parayı da penceren
Ben akşama kadar bu parayı kazanmak için çalıştım, sen ise parayı dışarı atıyorsun!” Baba oğluna dönüp “Bak oğlum, bazen seni gizliden de olsa izliyordum. Sana verdiğim parayı istediğin gibi harcadığın yetmiyordu, kalan parayı penceren dışarı fırlatıyordun. Çünkü o para için herhangi bir bedel ödememiş, ter dökmemiştin.” Hatasını anlayan çocuk babasından özür dileyerek ellerine sarılır. Hayatın hangi safhasında olursak olalım, hangi makam ve mevkide bulunursak bulunalım şunu çok iyi bilmeliyiz.
Kendi çabamızla, gücümüzle bedelini ödeyerek hayatımıza devam edersek o zaman daha
oz-mali@hotmail.com