Türkiye’nin karmaşık ve yaralı tarihinde, farklı kimliklerin bir arada yaşama mücadelesi her zaman sancılar uyandırmıştır. Bu mücadelede, kendi kimliklerini bir kenara bırakarak başka bir halkın/kesimin yani ötekinin haklarını savunanlar, insanlığın en güzel yüzünü temsil eder. Sırrı Süreyya Önder ve Mehmet Göktaş, Türk kökenli olmalarına rağmen Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelesine omuz veren iki yürekli isimdir. Onların hikayesi, empati, cesaret ve insan sevgisinin ne kadar dönüştürücü olabileceğini gösteriyor.
Sırrı Süreyya Önder: Barışın Peşinde Bir Hayat
Sırrı Süreyya Önder, Adıyaman’da, Türkmen bir ailenin çocuğu olarak 1962 yılında dünyaya geldi. Şartlar, ona kolay bir yol sunmadı. Sekiz yaşında babasını kaybetti, annesi ve dört kardeşiyle dedesinin evine sığındı. Çocuk yaşta fotoğrafçı çırağı olarak çalışmaya başladı, ardından lastik tamirciliği yaptı. Bu zorlu yıllarda, yoksulluğun ve dışlanmanın ne demek olduğunu derinden hissetti. Belki de bu yüzden, mazlumun kimliğine bakmadan onun yanında olmayı, ötekinin hakkını savunmayı bir yaşam felsefesi haline getirdi.
Önder’in hayatı, sadece bir mücadele hikayesi değil, aynı zamanda bir sanat ve siyaset yolculuğu. Sinemacı kimliğiyle, “Beynelmilel” gibi filmlerde Türkiye’nin acılarını ve umutlarını anlattı. Ancak onun asıl sahnesi, siyaset oldu. 2011’de milletvekili seçildi. Türk olduğu halde, Kürt halkının haklarını savundu, barış için çabaladı. 2015’te Dolmabahçe Mutabakatı’nda barış sürecine katkı sağladı. Ama bu yol, bedelsiz değildi. 2018’de, bir Nevruz konuşması nedeniyle “terör propagandası” suçlamasıyla hapse girdi. Cezaevinde geçirdiği günler, annesinin hastalığı ve kendi sağlık sorunlarıyla daha da ağırlaştı. Yine de Önder, her zaman umudu taşıdı. Cezaevinden çıktığında, “Barış isteyen herkes benzer akıbetlere uğradı, ama bu dönem uzun sürmeyecek,” diyerek kararlılığını ortaya koydu.
Sırrı Süreyya Önder’in hikayesi, bir insanın kendi konforunu feda ederek başkalarının acısına ortak olmasının ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor. O, “Mazluma kimlik sorulmaz,” derken, kalbinin ne kadar geniş olduğunu gösteriyor. Adıyaman’ın mozaik kültüründe büyümüş bir insan olarak, Kürt, Türk, Ermeni, Arap demeden herkesin el ele tutuşabileceği bir dünya hayal ediyor. Bu hayal, onun gözlerindeki umut ışığında capcanlı duruyor.
Mehmet Göktaş: Sözü ve Kalemiyle Hakikatin Peşinde
Mehmet Göktaş, belki de Sırrı Süreyya Önder kadar kamuoyunda tanınmış bir isim değil, ancak onun Kürt halkının haklarını savunma konusundaki kararlılığı ve duygusal derinliği, en az Önder’inki kadar etkileyici. Kayseri’li bir Türk olan Mehmet Göktaş Hoca bir Hafız, İlahiyatçı, Müftü, Emekli, Yazar ve Gazeteci olarak sesini ve kalemini adaletin ve hakikatin hizmetine adamış Müslüman bir Türk. Onun söz ve yazıları, Kürt halkının yaşadığı acıları, ayrımcılığı ve mücadelelerini empatiyle aktarırken, aynı zamanda birleştirici bir dil kullanmaktadır.
Göktaş’ın Kürt meselesine olan ilgisi, Türkiye’nin doğu ve batı arasındaki derin uçurumu fark etmesiyle başladı. O, içerisinde Kürtlerin yer almadığı bir İslami Hareketin “islami” olamayacağına inandı. Kürt halkının dil, kültür ve kimlik hakları için verdiği mücadele, Göktaş’ın yüreğinde bir yankı buldu. O, yazılarında sık sık, “Bir halkın dilini konuşamamasının, kendi diliyle dua edememesinin, kendi diliyle türkülerini söyleyememesinin ne kadar ağır bir yara olduğunu” vurguladı.
Göktaş’ın en dikkat çekici yanı, İlahiyatçı kimliğine rağmen dini ve siyasi mesajları birlikte kullanması. O, Kürt halkının haklarını savunurken, Müslüman Türk toplumunu da bu hakikatle yüzleşmeye, empatiye davet ediyor. “Kürtlerin acısı, tüm Müslümanların acısıdır,” diyerek, ortak bir zeminde buluşmayı öneriyor. Biz Müslüman Türkler bu sistemden bir dayak yedik, Müslüman Kürtler iki dayak yedi, diyerek acının derinliğini ortaya koymaya çalıştı. Ancak bu yol, onun için de kolay olmadı. Kürt meselesine dair söz ve yazıları, zaman zaman eleştirilere ve dışlanmaya yol açtı. Yine de Mehmet Göktaş Hoca, davasından vazgeçmedi.
Ortak Bir İnsanlık Hikayesi
Sırrı Süreyya Önder ve Mehmet Göktaş, farklı yollarla aynı hedefe yürüyor: Adalet, eşitlik ve barış. Onların hikayesi, sadece Kürt halkının hak mücadelesine verdikleri destekle sınırlı değil. Bu, aynı zamanda insan olmanın ne anlama geldiğine dair bir ders. Önder, siyaset sahnesinde ve cezaevi hücrelerinde bu mücadelede bedel öderken, Göktaş Hoca da Emniyet, Mahkeme ve meydanlar arasında mekik dokuyor, kalemiyle hakikati haykırıyor. İkisi de, etnik kimliklerini bir kenara bırakarak, insanlıkta kardeş, yaratılışta eş gördüğü halkın gözyaşına ortak olmayı seçti.
Bu satırları yazarken hem şehrim Sırrı Süreyya Önder’in ölümle hayat arasında gidip geldiği anlardayız. Rabbimden kendisine şifalar vermesini diliyorum. İnşallah ülke içerisinde inandığı barış meydana gelir. Memlekette Huzur ve kardeşlik hakim olur.
saitali_02@hotmail.com